top of page
  • Cem Galip KAHVECİ, PCC

Doğru Temas


Doğru Temas

'Sen ne söylersen söyle, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır'

Mevlana

Ne teknoloji var o zamanlarda, ne sosyal medya. Direkt bağlantı. Her şeyle... Aracısız.

İnsana ne verildiyse doğarken o var. Varsayılan, default falan gibi şeyler yok, direkt fabrika ayarlarıyla geliyorsun. Full insani donanım. Dil seçeneği falan da yok öyle. Kimin eline doğduysan onun dili. Kullanıcı ayarları mı, hah.! Nerede doğduysan oranın ayarları:) Aplikasyon indirip çoklu ortam?.. E, o da yok bittabi.


Yüzyıllar evvel... Yaa... Size de heyecan vermiyor mu? Bakın hala O'nun sözünü birbirimize salık veriyoruz. Niye? Teknolojimiz yetmedi mi? Ne oldu o kadar zekaya? Master lar, PhD ler falan. En az üç dil nerede? Hani arkadaş beyaz yakan nerede? Ultra lüks otomobilin (şoferi de var içinde) otuz katlı plazaya havalı girerken ben CEO yum u net bir şekilde belirtirken, yüzyıllar evvel sırtında bir hırkası ile hala senin bilgi ve bilgelik seviyene rütbe eklemek için sözlerinden faydalanman gereken birileri var değil mi? Peki nasıl oldu da bunu başardılar? Sence Yale'i mi bitirdi? Oxford'u da değil. Hımmm...


Sadece çok güzel anlattılar. Doğru temas kurdular. Bize de bu anlatımlarıyla aslında çok güzel örnek oluyorlar ancak biz başka anlıyoruz.


Temas. Evet, bence kilit nokta bu. Ben yine kendi uzmanlık alanımdan konuya dahil olacağım.


Genelde hayatımızda şu diyaloglar yok mudur?

'Bak abicim yanlış anladın'

'Yok yaa öyle demek istemedim'

'Hayır hayatım sen beni yanlış anlıyorsun'

'Mehmet Bey/Nurten Hanım beni yanlış anladınız'

'İnanın bana öyle demek istemedim'


Mutlaka günde en az beş kere ya etrafımızda cereyan etmiştir ya da bizzat tarafımızdan sarf edilmiş cümlelerdir.


Peki nedir verilmek istenen mesaj? Asıl ifade edilmek istenen ne? Madem öyle demek istemedin de neden dedin? Yanlış anlaşılacaksa niye söyledin?


Bence anlatılması gerekenden önce, anlatmak istediğimiz ağızımızdan çıkıyor. Bu ikisi birbirinden farklı. Anlatılmak istenen kişinin yaşadığı kendi gündemini ilgilendiren şahsi ifade ama anlatılması gereken iletişim ortağını da ilgilendiren ortak etken. Çünkü orada ortak bir iletişim, bir temas gelişmiş. Bunun üzerine bir diyalog yaşanıyor ve taraflardan biri de bu konuşmaya başlıyor. Ancak bu başlangıç noktası çok önemli. Karşımızdaki bireye net olarak, eğmeden bükmeden, uzatmadan belirtilmesi gereken ya da verilmesi gereken mesaj ne ise verilmeli. Daha sonra karşımızdaki bireyin buna karşı vereceği cevap beklenerek diyalog devam ettirilmeli. Böylece yetişkin benlikte iletişim kuran iki birey birbirlerine karşılıklı OK durumunda olduklarını gösterirler. Bukonuyu İletişim Mucizesi başlıklı yazımda detaylandırmıştım.


Dedim ya, anlatılması gerekenden önce anlatmak istediğimiz çıkıyor ağızımızdan. Bu çıkanları da genelde kulaklarımız geç duyuyor, kimi zaman hiç duyuyor (!) Karşıdan hoşumuza gitmeyen ya da menfaatimize zarar getirecek bir tepki alınca da nasıl çevireceğimizi bilemiyoruz, öyle değil mi?


Yaşayan her birey çok değerlidir ve her birey mutlu olmak için yaşar. Nefis... Altını çizerek katılıyorum. Bir çok içgüdüleri bu yönde ayarlanmıştır. Hormonları da buna göre düzen gösterir. Tehlike anında nerodrenalin, acil durumlarda adrenalin, stres halinde mutluluk hormonu salgılar gibi, yine teknik detaylara girmeden herkesin bildiği verileri kullanarak yazıma devam edeceğim.


Bu birey ne zaman saldırganlaşır, kırıcı olur, savunmaya geçer?

Bravo! Tehdit gördüğünde, değil mi? Yaşam alanına izinsiz girildiğinde, saldırgan müdahalelerde, mutluluğunu gölgeleyecek girişimlerde, fark edilmediğinde kişilik haklarına tecavüz tehditi karşısında ve aç kaldığında. Şimdi bu birey aslen mutlu olmak üzerine kurulmuş bir yaşam yapısı varken, saldırılara karşı neden tepkisiz kalsın? Çok istediği birşeyin elinden alınma ihtimali onun varlık sebebine zarar veriyor, tabi ki savunma ve saldırıya hazırlık pozisyonuna geçecek.


Ancak bunun bir de karşı tarafa olan etkisini de düşünmek gerekir. Yani savunmaya geçen tehdit görmüş birey kendini korumak için saldırıya da geçecek, e o zaman ne olacak çatışma. Kim mutlu? Hiç kimse? E ne yaşandı o zaman? Ne gürültüsü koptu? Ben de anlamadım edası ile dudaklar bükük 'bilmeeemmm'.


Peki ne yapılabilir? Çok güzel, işte bir başlangıç. Saygı duyabiliriz. Bizim olduğu kadar karşımızda iletişim temasında olduğumuz her bireyin kendine özgü değerlerinin olduğunun farkına varıp kabullenmeliyiz. Bu değerler onun için gerçekten çok DEĞERLİ. Bu bireyin kişiliğini oluşturan bu kıymetine saygı göstermez bencillik yapıp sadece kendimizin değerlerini kabullendirmeye çalışırsak onu mutluluğunu elinden almakla tehdit etmiş oluruz. Kullandığımız dil karşımızdakini rencide edecek boyutlarda olursa bu da bir tehdit olarak sayılabilir. En önemlisi biz anlatmak istediğimizi doğru ifade edemezsek bu da karşı taraftan tehdit olarak algılanabilir. Belki de onun anlayabileceği bir yol buluruz anlatabilecek, ne dersiniz? Çok mu uzak? Ama onun değerlerine saygı gösterip kabullenirsek sanki bana onun anlayabileceği yolu bulurmuşuz gibi geliyor;)


Bu anlatmaya bağlı deformasyonlar çoğunlukla ebeveyn-çocuk, abi/abla-kardeş, sevgili, karı-koca, ilişkilerinde farklı bir boyuta geçiyor, inat. Aynen öyle. Karşıdaki tarafın inada sürüklenmesi. İşte bu karşılıklı ilişkinin katilidir. Çünkü verilen mesaj doğru ve yararlı bile olsa, verilme biçiminden kaynaklı takınılan inatlaşma tavrı yüzünden çıkmaza girer. Eğer uyaran bu yöntemle verdiği mesaja devam ederse ikinci seviye açığa çıkar, kesin inat. Yani sadece inatlaşma durumunda bile yumuşama eğilimi varken şimdi kesin karar verilmiş bir zıt eylem planı yürürlüğe girmiş olur. Ben sırf abisine inat olsun diye başka takımı tutan kişilere rastladım. Bu çok ütopik bir örnek değil, belki alt komşunuzda veya sizin kendi ailenizde bile daha farklı örnekler vardır. Oysa, uyarılan için çok faydalı belki hayat kurtarabilecek kadar önemli bir mesaj, uyaranın iletişim beceriksizliğinden dolayı arap saçına dönecek bir hal alır. Özellikle birini ezmeye, aşağılamaya ve onu görmezden gelmeye kalkarsanız, işte o zaman dikkatli olun derim. Çünkü o bunun hesabını size mutlaka soracak demektir. Burada hemen bir adım geriye gidip düşünmek lazım. Karşınızdakini tahrik edici bir şekilde provoke etmemiş olsaydınız, daha uyumlu bir anlatım yolu seçseydiniz o kişi sizden hesap sorma duygusuna kapılır mıydı?


Kendinize şunları sorun:

'Elimde bir imkan olsa neyi farklı yapardım?'

'Bu farklı yaptığınız şey sizin hayatınızda neyi değiştirirdi?



Bunu salt bireysel ilişkiler olarak almayın. Bu şirket yönetimlerinde de, proje yönetimlerinde de ve aklınıza gelebilecek insanın ve insan ilişkilerinin gerektiği heryerde ve zamanda aynıdır. Düşünsenize yetiştirilmesi gereken önemli bir proje üzerinde ekip halinde çalışıyorsunuz. Bütün takım bir süredir bu projeyi hayata geçirmek için çırpınıp dururken birden takım lideriniz gelip otoriter bir eda ile size emirler yağdırıp, yaptığınız onca işi taktir etmeden biraz da yüksek tonda takım arkadaşlarınızın arasında size çıkışmaya başladı.Nasıl hissederdiniz? Motivasyonunuz düşer, projeye ve takıma olan inanç sıfırlanır. Katkı sağlayacağınız bir çok fikir geri kaçar ve en önemlisi hızlı bir şekilde yeni iş bulmak için planlar yapmaya başlarsınız. Gördünüz mü herşey değişti? Peki o proje? Onca zamandır üzerinde emek verdiğiniz, hazır yetişmiş bir proje çalışanı olarak yerinize yeni birinin yetiştirilmesi, bu olaya tanık olan diğer takım üyelerinin etkilenmesi gibi çok ama çok zararlı bir durum çıkar ortaya. Bu takım liderinin yaptığı mesleki intihardan başka birşey değildir. Şimdi bu örneği istediğiniz her yere uygulayın. Göreceksiniz sonuç hep aynı çıkacak.


Kısacası, sonuçları biz yaratıyoruz. Suçlu aramayalım. İletişim şekline, ilişki modeline karar veren bizleriz. Verdiğimiz mesajların niteliği, niceliği, kalitesi, anlamı, yönü, amacı hep bizim seçimimiz. Sonucunda da elde ettiğimiz çıktılar da bize ait. Yani hak ettiğimiz şey. Neyi hak edersen onu alırsın.


Her zaman söylediğim gibi, herkes kendi gündemini yaşıyor. Herkesin gündemi kendisi için çok önemli. Herkes için farklı şeyler çok değerli. Bunu anlamak, bunun farkındalığına varmak işleri çok kolaylaştırıyor inanın bana.


Hadi bugün anlatmayı deneyin. Belki o da anlamayı dener:)



152 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ZAMAN

bottom of page