top of page
Cem Galip KAHVECİ, PCC

Kıskançlığın ya da Hasetliğin Cazibesi


Kıskançlığın ya da Hasetliğin Cazibesi

Başlık olarak bile çok itici iki kavram ne yazık ki... Sizi bilmem ama ben bu iki kelimeye baktığımda karanlık, parçalanmış, çaresiz, her şeyi yapabilecek ve göze alabilecek bir gölge canlanıyor zihnimde. Ancak daha da kötüsü her ikisinin de insanlığın kodlarının içinde yer alması. Çok şükür bende öyle duygular yok diyen her insana da şüphe ile bakmak gerekir.

İnsanlığın bu yıkıcı duygulardan arınabilmesi mümkün müdür bilemem ama en azından hem kendisine hem de çevresine zarar vermeden kontrol altına alabilmeyi öğrenmesi kendisini pozitif yönde geliştirmesi sayesinde olabileceği inancındayım. Zira capcanlı yaşayan bir organizma gibi var olan bu kardeş duyguları insanoğlu -ne yazık ki- bile isteye kendi elleriyle besliyor. Eğer bir kişiye kıskanç davranışları veya hasetlik duygularını kendisi ile yüzleşme fırsatı verdiğinizde ise bunu hemen yalanlama ya da inkar etme veya 'yok canııımmm nesini kıskanacağım onun' diye savuşturma eylemine girişiyor. Danışanlarımla yaptığım görüşmelerimde ise bu duygularıyla yüzleşen kişilerin derin derin dalıp gittiğine 'hadi yaaa' diye kendisini sorguladığına ve hatta utandığına şahit olmuşluğum var. Daha sonra yaşadıkları en büyük farkındalık ise; başkalarının hayatlarını ve sahip olduklarını takip etmekten kendi yürüdükleri yolu bir türlü göremedikleri olmuştur. Bu durum onların ilerleyememelerine ve dolayısıyla mutsuz olmaya sürüklediklerinin açığa çıkması ile kendilerini bir kaos içinde hissetmelerini sağlamaktadır.

Kıskançlık, sahip olunandan mahrum olma endişesinin doğurduğu, hasetlik ise kendisinde olmayanın başkasında da olmamasını isteme duygusu (ki her ikiside yıkıcı ve mutsuz edicidir) diye kısaca özetlersem yanlış olmaz sanırım.

Kişinin yetersizlik hislerinin bir tezahürü olan ve bunu her fırsatta -bilinçli ya da bilinç dışı- dile getiren ve hatta eylemleri ile karşı tarafa rahatsızlık verici boyutta ortaya koyan bu kişilerin çok mutsuz olduklarına dikkatinizi çekmek isterim. Sahip oldukları ve olabilecekleri onlarca belki yüzlerce mutluluk sebepleri varken hala bir başkasının sahip oldukları ile kendini karşılaştırır bir tutum sergilemesi kişinin hiç bir zaman varamayacağı bir hedefe doğru çıktığı belirsiz bir yolculuğun (aynı zamanda keyifsiz bir yolculuğun) göstergesidir. Çünkü her zaman bir başkasının sahip olduklarına odaklandıkları için bir türlü kendi hayatının kontrolünü sağlayamaması kendisini daha çok hasetliğe ve kıskançlığa itmektedir.

Özellikle günümüz dijital dünyasında hayatımızın artık vazgeçilmezlerinden olan sosyal medya, internet portalları, bloglar vb. habere çabuk ulaşma, ışık hızı ile anlık iletişimin ön planda olduğu ve geleneksel medya dinamiği olan tek taraflı (içeriği üreten medyadan içeriği izleyen/takip eden alıcıya gönderilen mesaj) iletim yerine yeni medya düzeninde karşılıklı içeriklerin hazırlanıp kontrolsüz bir şekilde yayınlanabilmesine imkan sağlayan dijital platformların oluşması sayesinde bu türlü yıkıcı duyguların daha fazla ortaya çıkmasına ve yayılmasına ortam sağlamaktadır. Hatta yeni siber zorbalık, sosyal linç gibi kavramların insaları depresyona sokabilecek etkileri de yadsınamaz. Bunların örneklerine güncel olarak rastlamak oldukça kolay. Bu konuyla ilgili bir konferansa konuşmacı olarak katılmışlığımda var.

Belki de şöyle bir bakış açısı başlangıç olarak işe yarayabilir:

-Öncelikle kendimizi tam anlamıyla iyi tanımaya çalışmamız en azından buna çaba göstermemiz bizim hayattaki beklentilerimizi ve bizi gerçekten nelerin mutlu edeceğini netleştirmemiz konusunda yardımcı olabilir.

-Kendimizi tanıma yolculuğunda keşfettiklerimiz, yapabileceklerimizi, sınırlarımızı, imkanlarımızı, seçeneklerimizi tanımlamamıza olanak sağlar.

-Bunlarla birlikte; destek veya yardım gibi bize katkı sağlayacak ek güçleri harekete geçirebilme imkanını elde edebiliriz.

-Kendi yeteneklerimiz ile bu yolculuğu daha ferah, akışkan ve keyifli hale getirebiliriz. Çünkü unutmamak gerekir ki, mercek altına aldığınız kişi o yolda yürürken kendisinin en iyi yapabildikleri sayesinde bunu başarabiliyor. Bu sizin de aynı şeyleri onun gibi yapabileceğiniz anlamına gelmiyor. Yani bunun garantisi yok.

-Motivasyon kaynaklarınızı keşfedin ve bunları elinizden geldiği kadar beslemeye çalışın. Bu sizin serotonin, endorfin, dopamin vb. mutluluk hormonları salgılamanızı ve odaklanmanızı sağlar.

-Mümkün olduğu kadar kendinizle barışık olmaya çalışın 'başkası ne der' diye yaşamayın. İnsanın kendisi gibi olabilmesi kadar keyif verici bir şey yok.

-Kendinize sürekli yeni hedefler koyun. Ulaştığınız her yeni hedef size yeni bir mutluluk kaynağı yaratacaktır. Her ne kadar Prof. Paul Bloom'un (Yale Üniversitesi) söylediği gibi mutluluğun temeli kalıtımsal olsa da (yani kimileri huysuzluğa yatkın kimileri ise mutluluğa yatkın) yine de bir şeylere ulaşma ve başarma duygusu hiç de hafife alınacak bir durum değildir.

-Ve unutmayın; eğer böyle bir duygu yaşadığınızı farkederseniz kesinlikle size bir fayda sağlamadığı gibi hem karşınızdaki kişiyi incitmiş hem de sosyal ilişkilerinizi -belki de geri dönülemeyecek derecede- zedelemiş ve hatta yıkmış olabilirsiniz. Yani kısacası yaşam kalitenizi çok düşürürsünüz. En azından bunun farkında olmak bile size yeteri kadar düşünme ve kendinizi yeniden ayarlama fırsatını tanıyabilir. Çok geç olmadan...

Peki ben bu yazıyı niye yazdım diye düşünme ihtimalinize karşın (eğer düşünmediyseniz bu paragrafı okumayabilirsiniz 😊); okuduğum ikinci üniversitemde yakınlarda yaşadığım bir olaydan çok etkilendim ve dilimin döndüğü kadarıyla ve mesleki anlamda da bu tür konuların da karşıma çıkması ve eğitimlerimde (çatışma yönetimi, stress yönetimi ve takım koçluğu vb.) sebebiyle belki zihinlerde küçük de olsa bir kıvılcım yakabilirim umuduyla kaleme aldım.

Cem Galip KAHVECİ, PCC

Profesyonel Koç

cgk@cgkcoaching.com

www.cgkcoaching.com

57 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ZAMAN

bottom of page